TARİH:
01 Ekim 2021
Mimarlık mesleğinin icrası olan yapı yapma eylemini genel bir çerçevede yapı üretimi olarak tanımlayabiliriz. Bu noktada, yapı üretimi mimarlığın da ilişki içinde olduğu tüm alanlar ile organik olarak bir bağ içerisindedir. Bu kurulan ilişkinin sağlıklı olarak kurgulanabilmesi yaşadığımız yapılı ve doğal çevrenin sağlıklı bir şekilde algılanması, sosyokültürel ve ekonomik etkilerinin irdelenmesi ile sağlanır. Bunun için de bu eylemi gerçekleştirecek olan bireyde “mimarda” kuvvetli bir algısal farkındalık ve toplumsal hassasiyetin varlığı ve entelektüel bir duruş olmalıdır. Bunu sağlamanın en önemli koşulu ise disiplinlerarası etkileşimi yoğun, gelişen teknolojileri takip eden, doğaya saygılı, geçmiş kültürel ve tarihi değerlerin farkındalığının yoğun olduğu bir yaklaşımdır. Mimarlık tanımına bakacak olursak:
“Mimarlık, fonksiyonel ve estetik değerler, farklı teknik ve beyin fırtınaları ile dolu bir süreç; uzun bir serüven ve bir yaşam tarzıdır. Her bir tasarım, yeni ve kendine has, teknoloji ve bilginin kullanıldığı, yerelindeki doğa, insan ve ışık ile uyum içerisinde yeni çözüm önerileri ile gelişen bir durumdur. Bu çözüm önerileri, disiplinler arası, sorgulayıcı ve şüpheci bir tavır ile farklı teknik ve farklı ölçeklerdeki çalışmalarla ortaya konulmalıdır”1.
Bu tanımlamada belirtilen “uyum” mimarlık mesleğinin icrası olarak adlandırdığımız yapı üretimi sürecinde altını tekrar tekrar çizmemiz gereken bir husustur. Tasarım sorunsalının sadece ele alınış biçimini değil, soruna çözüm üretme ve çözümü inşa etme sürecinde de bu uyum konusunu irdelemek gerekir. Burada aslında bahsettiğimiz uyum tüm bu unsurların bir “denge” içerisinde ele alınışı ve sürdürülebilmesi ile mümkün olabilir.
Bu denge ise yapının tasarım sürecinden üretim aşamasına ve son ürün olan yapının kullanım ömrü boyunca da ilişki içerisinde olma durumudur ve aslında bu üç ana süreçte ele alınmalıdır ve bu söz edilen denge ise bu süreçlerin zinciri içerisinde gerçekleşir.
Denge, yapının çevresi ve kullanıcı ile sağlıklı bir ilişki kurduğu gibi zıtlıklar, uyumsuzluklar, düzensizlikler olarak de neticelenebilir. Bu olumsuz denilebilecek durum bile aslında bir denge kurmaya çalışma süreci ile bile iyileştirilemeye çalışılabilir. Bu noktada sorunun ardındaki ve altındaki veriler bize tasarım probleminin daha net algılanmasına ve çözüm üretilmesine vesile olur. Buradaki veriler teknik olduğu gibi, kuramsal ilişkiler ve sorunun düzen içerisindeki denge sağlayabilme sürecine de ilişkindir.
Yapı üretim sürecinin başlangıç aşaması tasarım süreci ile başlar. Tasarım sürecinin en öncelikli konuları ise kullanıcı ihtiyaçların belirlenmesi, potansiyel sorunların belirlenmesi ve mimari programın hazırlanmasıdır. Ardından projenin gerçekleşeceği arazinin bize verdiği veriler araştırılır. Kent içerisindeki bu lekenin yeri, çevresi ile kurgulamaya başladığı denge ve hatta uyum göz önüne getirilir. Bu aşamada yürütülen çalışmalar ve bize aktarılan teknik veriler masa başında çakıştırılarak, projenin ana kararlarını ve prensiplerini oluşturur.
Projenin ana tasarım kararları, tasarım süreci ile başlayıp inşa süresince devam eden ve yapının kullanım ömrü boyunca da süren yapının çevre ile denge ve uyum içerisinde hayatını sürdürebilmesini sağlar. Bu süreç içerisinde elde edilen veriler ne kadar doğru analiz edilip ana tasarım kararları doğru oturtulursa bu denge o kadar sağlıklı oluşur. Bu noktada disiplinlerarası bir çalışma metodolojisi bu kararların doğru neticelenmesinde çok önemlidir. Kent planlamacıları, harita mühendisleri, jeoloji mühendisleri vb. diğer disiplinler ile yapılan bu çalışmalarda şehircilik ve imar verileri, sosyal donatılar, jeolojik özellikler, iklim verileri gibi hususlar projenin ana kararlarının oluşmasında çok önemli girdiler sağladığı gibi sosyoekonomik, kültürel ve tarihi veriler, kentsel politikalar da proje ile kentin ve kentlinin ve tabii ki son kullanıcısının dengesinin ve uyumunun sağlıklı bir şekilde pekişmesine ve yapının denge içerisinde yaşamını sürdürmesine ve hatta en nihayetinde ömrünü tamamlamasına vesile olur.
Bağlamı bir bütünü oluşturan olguyu, durumun her bir parçası ile birlikte tanımlayabiliriz. Mimarlıkta ise üslubu belirleyeni, yapının tüm karakterinin oluşmasını sağlayan, somut ve soyut ilişkiler bütünü olarak düşünebiliriz. İşte bu noktada az önce belirttiğimiz şehircilik ve imar verileri, sosyal donatılar, jeolojik özellikler, iklim verileri gibi hususlar projenin ana kararlarının oluşmasında çok önemli girdiler sağladığı gibi sosyo-ekonomik, kültürel ve tarihi veriler, kentsel politikalar da bu girdilerle birlikte yapının bağlamı ve bulunduğu hatta ait olduğu yer ile ilişkisini, hatta bir bütün olarak dengesini oluşturmaktadır.
Mesleki pratikte projenin yeri ile ilgili elde ettiğimiz analizler sonucunda dezavantaj olarak değerlendirebileceğimiz hususlar; örneğin zayıf zemin yapısı, kot farklılıkları, altyapıya bağlanma zorlukları, zorlayıcı coğrafi yönelim, iklimsel olumsuzluklar ve hatta kaynaklara ulaşımdaki imkânsızlıklar gibi konular, projeyi belki de doğru yönlendirme ve tasarım kararları ile çevresiyle denge içerisinde yaşamını sürdürebilecek bir yapı üretim sürecinin oluşmasına bile sebep olabilir. Demek istenilen burada bir dezavantajın, ustalıkla avantaja dönüştürülme çabasıdır. Bu noktada tekrardan disiplinlerarası bir çalışma metodolojisi ile farklı disiplinlerin bütüncül bir şekilde çalışması gerekliliğinin altını çizmek gerekir. Burada uyum ve denge diyerek vurgulamak istediğimiz aslında bu farklı disiplinlerden gelen profesyonellerin sürdürülebilir bir şekilde denge içerisinde çalışmalarının da göz önünde bulundurulması gerekliliğidir. Burada mesleki pratikte daha önceki tecrübeler ve denemeler yol göstermektedir.
İrdelemeye çalıştığımız bu konuyu bundan birkaç yıl önce hayata geçirilen uluslararası standartlara sahip bir Binicilik Tesisi projemiz özelinde incelemeye devam edeceğim. İzmir Balçova mevkiinde yaklaşık altı dönüm arazi içerisinde konumlanan projenin arazisi suyun kalitesinin gittikçe kireçlenmesi ile artık vasfını yitirmiş narenciye ve verimsiz meyve ağaçları ile kaplıydı. Bu arazide mimari programı gerekli standartlarda uygulayabilmek için bahsettiğimiz bu “denge” hususu oldukça önemliydi. Mevcut yeşil dokuyu daha da verimli bir hâle getirerek, meyve ağaçlarının ihtiyacı olan suyu karşılayabilmek ve çevresi ile bir uyum ve denge içerisinde bu projeyi tasarlamak ve uygulamak ayrıca bu tesisteki nitelikli atların sağlıklı bir şekilde yaşayabilmesi ciddi bir hassasiyet gerektiriyordu. Parselin önemli bir odak noktasında konumlanan anıt bir zeytin ağacının çevresinde oluşturulan meydan ve bu meydan çevresinde konumlanan yapılar projenin aslında tek bir zeytin ağacının konumu ile nasıl şekillendiğinin ve o zeytinin hikayesinin denge içerisinde nasıl projeye dahil olduğunun da güzel bir ifadesiydi.
İmar haklarının verdiği kısıtlamalar, yapılaşmada dikkat edilmesi gereken coğrafi yönlendirme, mevcut dokuyu korumak ve daha iyi hâle getirmek, atların ihtiyacı olan temiz havayı tesisin içerisine alırken soğuk poyraz rüzgarlarından da korumak, çevresi tamamıyla açılıp kapanabilecek bir yapı ile her mevsimde kullanılıp ayakta durabilecek bir tesisin bir mimar olarak bu programın çevresi ile denge içerisinde ele alınması gerekliliğini bize söylüyordu. Ayrıca tüm bu hususlar ile birlikte farklı mimari programların bir arada olması ve konusu itibariyle binicilik sporu gibi farklı uzmanlık alanı gerektiren kişilerle de denge içerisinde çalışmak ve gerektiğinde ekipmanların üreticisi olan yurtdışındaki firmaların mühendisleri ile işbirliği biraz önce bahsettiğimiz denge ve uyum konusunu çok farklı alt başlıklar içerisinde deneyimlememize fırsat sunmuştu.
Göçebe bir toplumun yerleşik hayata geçmesi, ardından medeniyetler ve imparatorluklar kurması savaşlarla yıkılıp yerlerine yenilerinin kurulması ve ardından sanayi devrimi ile günümüzün aslında ilk şekillenen sürecinin başlaması… Tüm bu olanlar aslında yüzyıllarca zamana yayıldığı gibi sanayi devrimi sonrasındaki süreçte ise günümüze kadar olan değişim ve gelişim muazzam hızlı ve dinamik bir süreç ile gelişmiş ve değişmiştir. Dolayısıyla insan hayatının her alanına yansıyan bu değişim, mimarlık ve yapı yapma pratiğini de etkileyerek, nasibini (!) de almıştır.
Teknolojik gelişmeler ve yapı malzemelerinin gelişimiyle birlikte ve hatta bazen daha da hızlı olmak üzere, yapı ihtiyaçları değişip çok çeşitlenmiş, daha hızlı tasarlayıp üretecek ve hatta dönüştürecek yapım yöntemleri geliştirilmiştir. Bu mimari tasarım ve yapı üretimine yansıdığı gibi insanların yapıyı tüketme, kullanma alışkanlıklarına da yansımıştır. Beraberinde kıt olan kaynakların tekrardan kullanımı, yeni kaynaklar üretilmesi ve alternatif yapım yöntemlerinin araştırılması da kaçınılmaz olmuştur.
Bahsettiğimiz süreçte oluşan bu yeni düzen ve değişim, izah etmeye çalıştığımız denge hususunu da kökten değiştirecek güçte olmuştur. Bu süreç hâlen daha devam etmekte, uyum ile denge kurma sorunu olarak da bazen gözler önüne serilmektedir. Tüm bu sürecin toplumsal, siyasal, ekonomik, doğal etkilerini, olumlu ya da olumsuz, görmekte ve bizzat yaşamaktayız.
Konuya mimarlık ve yapı üretimi çerçevesi içerisinden bakmaya çalışacak olursak, tüm bu değişimin kurgulanmaya çalışılan bu denge içerisinde gelişen değişen sektör ve teknoloji ile bireyden başlayarak toplumsal ölçeğe, tek bir yapıdan kent siluetlerinin değişimine ve devamında da doğa ile etkileşimi ve hatta kent yönetimlerindeki başarısızlıklar ve doğal afetlerin kaçınılmaz olmasına kadar uzanan bir etki çeperi olduğunu görmekteyiz.
Burada akılcı ve bilimsel, insan ve doğa odaklı bir yaklaşım, devam eden bu değişim sürecine ve dinamik bir şekilde her geçen gün değişen bu denge konusunda yaşanılan olumsuzlukların üstesinden gelmeye bir nebze de olsa faydalı olacağına inanmaktayım.
Bu bağlamda eğitim, sosyal refah seviyesinin artması ve özellikle konumuzun çerçevesindeki yapı tasarlayan ve üreten tüm aktörlerin nitelikli bir şekilde sürekli mesleki eğitimi, doğaya ve insana saygılı, teknolojik gelişmeleri yakalayan ve hatta öncü olan, kültür ve tarihine de sahip çıkan bir yaklaşımla, geçmişi insanoğlunun tarih sahnesine çıktığı zamanlara dayanan bu yüce mesleği icra etmeleri ve tüm insanlığa hizmet etmeleri büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda hepimiz de büyük sorumluluklar düşmektedir. Dilerim ki bu böyle olsun…
H. Onur Dinmez, Y. Mimar; hod mimarlık & dinmez inşaat, (Yarı zamanlı) Öğr. Gör. İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümü
DİPNOT
1 İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümünde yürütülen “Arch 201: Architectural Design 1” dersi kapsamında ele alınan “How to think like an Architect?” başlıklı sunumdan alıntıdır.
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız. GİRİŞ YAP / KAYIT OL