TARİH:
03 Haziran 2022
Kentleşme sürecinin bir yan etkisi olarak kentin çeperlerinde ve çöküntü alanlarında biriken enformal yerleşimlerin [1], dönüştürülmesi gereken mekânsal örgütlenmeler olarak görülmesindeki merkezi görüşün aksine kentsel tasarım, merkez dışı olarak fiiliyat kazanan bu mekânsallıkların eşitsizliğini toplumsal ve fiziksel dokuya en az müdahaleyle azaltmak üzere işletebilmeye evrilebilir. Kentleşme süreciyle ortaya çıkan enformal yerleşimleri kentsel onarım çerçevesinde sosyal dokusuyla birlikte iyileştirmek için kentsel tasarım, hakim kullanım yörüngelerinden çıkarılarak yeni bir ilişkiselliğin aracı olarak düşünülebilir.
Kentsel tasarım, kentsel mekâna fragmantal bir şekilde müdahale etmek için kullanılan bir araç olarak kapitalizmin sebep ve sonuçlarıyla biçim kazanır. Küresel eğilimlerin baskın olduğu yereli ve yeri dikkate almayan tepeden empoze edilen bir yaklaşım, kentsel tasarım sürecine dikte edilmektedir. Bu yaklaşım, sermayenin hızlı sonuçlar alabileceği müdahale araçları olarak soylulaştırma ve sağlıklaştırma gibi yöntemlerle, entegrasyonun yerine daha fazla sosyal ayrışmayı tetikleyici bir zemin hazırlar.
Bu merkezi anlayışın hakimiyeti, kentsel tasarım sürecinde rol oynayan aktörlerin kentsel mekânı farklı perspektiflerden görmesinden ve ortak bir sosyal hedefte birleşmenin zorluklarından kaynaklanır. Dolayısıyla bu durumda, pratikte, sermayeyi ve yetkiyi elinde bulunduran paydaşların perspektifi vuku bulur. Sermayeye sahip yatırımcılar ile yetkiye sahip devlet organları işbirliği içerisinde bir yaklaşımla kentsel mekânı bir nicel varlık olarak ele alıp sayılar ve istatistikler üzerinden müdahale ederler. Yerin kullanıcıları ise pratikte en zayıf halka ve görmezden gelinen unsurdur.
Kentsel tasarımın pratiğinde kullanıcılar, sermaye ve devlet işbirliğiyle oluşturulan sürece kamulaştırma başta olmak üzere çeşitli rıza araçlarıyla ikna edilirler. Bazı durumlarda ise kullanıcılar, kentsel aktiviteleri en son öğrenirler. Dolayısıyla Madanipour’a göre, kentsel mekân ve kentsel toprak konusunda farklı çıkarları ve hedefleri olan bu üç bileşenden yatırımcılar ve yetki sahipleri özellikle maddi çıkar ve değişim değeri noktasında birleşirler (Madanipour, 2006).
Bu durum, kentsel tasarımın ekonomik çıkarlar sebebiyle yatırımcılar tarafından seçilen bir ölçek olduğunu ve bazı sektör, imaj, koşul ve unsurların diğerlerinin üzerinde tutulduğunu gösterir. Devlet organlarının yaklaşımı bu çıkarları gözetir, toplumlar fragmanlaşır ve katmanlaşır. Sloterdijk’in de belirttiği gibi, kenti modernleşme süreciyle bir biçime ya da düzene sokma fikri, pratikte sürekli tökezlemiş ve kentin görmezden gelinen özellikleri olan kaos, heterojenlik ve çoğulluk; modernite süreci daha karmaşık hâle geldikçe özellikle kentin fiili bir gerçeği olan enformal yerleşimlerde belirginleşmiştir (Sloterdijk, 2018).
Kent yönetimine adapte edilen yukarıdan aşağıya çözüm süreci gerçek ekonomik ve sosyal ihtiyaçlardan çok elitist varsayımlar ve bürokratik dinamikler üzerine eğilir. Kentsel tasarım sürecindeki işlevi bu paydaşlar arasındaki dengeyi ve uzlaşıyı kurmak olan profesyonel disiplinlerin tasarım fikirleri ve yaklaşımlarının teorik kaygısı, uygulama aşamasında yetki sahipleri tarafından genellikle piyasa koşullarına ayak uyduran ve piyasa merkezli çalışan bir perspektifle elitist varsayımlara ve bürokratik dinamiklere hizmet etmeye yönlendirilmektedir. Bu durum, tasarımın bir uzmanlık alanı mı yoksa güzel paketleme mi olduğu tartışmalarını gündeme getirir ve tasarımı diğer tüketim malları kategorisine hapseder.
Bu tartışmalar çerçevesinde Zizek, kentsel mekânın, tasarım açısından yüksek hizmet alan sermaye gruplarının sahip olduğu ikonik performans merkezleri, apartmanlar ve evler gibi sıradan tasarım hizmetleri ile inşa edilen yapılar ve herhangi bir tasarım hizmeti almayan enformal yapılar olarak üç bölüme ayrıldığını belirterek farklı bir tasarım yaklaşımının mümkün olduğunu ve sınırlar arasında ve tanımlar arasında filizlenebileceğini ifade eder (Zizek, 2011).
Bu bağlamda, kentsel tasarımın birçok örnekte bu bürokrasi ve yatırımcı işbirliğine hizmet eden anlayışını, yereldeki kullanıcıların katılımı ile şekillenen iç dinamiklerle işleyen bir sürece çevirmek pekala mümkün olabilir. Merkez dışı, yaklaşım dışı kalan ya da kentsel dönüşüm sürecinin temel mantığı olan “yık-yoğunluğu arttır-yeniyi inşa et-sosyal dokuyu değiştir” sarmalıyla farklılıkların yok edildiği enformal yerleşimler; yeni bir perspektifle kentsel tasarımın sosyal bir bağlama oturtulabileceğine yönelik bir laboratuvar olarak işleyebilir.
Son zamanlarda onarım ve telafi siyaseti (Sloterdijk, 2018), yeniden yapmanın önüne geçerek güncel koşullara uyum sağlayamayan kentsel donatıların yeniden kullanımı ya da dönüştürülmesine evrilmiştir. Dolayısıyla sürdürülebilirlik kavramının sıklıkla bu onarım ve telafi siyasetinin bir aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Sürdürülebilir gelişme amaçları modernleşme sürecinde ve küresel eğilimlerde kaybettiğimiz değerlerdir. Esnek kentsel tasarım, bu benzersiz mekânları özgünlüklerinden ödün vermeden diğer kentsel mekânlarla bütünleştirmenin bir yolunu bulabilir. Bu sürecin en önemli kısmı, sürdürülebilirlik bağlamında sosyal ve mekânsal iç dinamikleri devreye almaktır.
Bu yeni bakış açısı, yoksulluğun ve eşitsizliğin olduğu enformal yerleşimlerdeki tasarım eksikliğini gidererek enformalitenin bünyesinde barındırdığı esnekliğin ve farklılığın potansiyeli ile inovasyon ve tasarımı merkezi bir elitist yaklaşımdan, merkez dışı sosyal bir zemine kaydırma perspektifini içerir. Bu süreç, hakim kamu otoritesi-yatırımcı işbirliğini, kamu otoritesi-kullanıcı işbirliğine dönüştürerek gerçekleşebilir. Sosyal ve mekânsal eşitsizlikleri azaltmaya yönelik kaygısı olan yatırımcılar da bu sürece katkı sunabilirler.
Genellikle yukarıdan aşağıya hakim ve dışlayıcı bir şekilde gerçekleşen tasarım süreci, aşağıdan yukarıya bir eğilimin de söz sahibi olduğu iki yönlü bir dengeye yerleştirilebilir. Bu noktada, merkez dışı enformal mekânlar için mimarlık, paydaşlar arasında denge kuran uzlaştırıcı bir rol oynayabilir. Bu yaklaşım, esnek bir tasarım araştırması yoluyla yapılabilir. Çünkü eksiksiz tasarım kaygısı, potansiyelleri ve hareket serbestliğini engelleyen bir yaklaşımdır. Bununla birlikte, özgürleştirici ve esnek koşullar, kentsel mekânların tasarımını doldurmaktan ziyade seyreltme ve eksikliğe yönelik bir yaklaşımın izini sürmek için olasılık ve potansiyellere kapı açar. Bu yaklaşımda enformal yerleşimler, mimarlık ve kent ilişkisinde seyreltici bir tasarım yaklaşımıyla özgürleştirici bir arayüz olarak ele alınarak, bu alanların teorik ve pratik koşulları çerçevesinde tasarım vekendiliğindenliğin dengesi gözetilebilir.
Görsel Rio De Jenerio’da yamaca yerleşmiş bir enformel yerleşim örneği (Pojani, 2019)
Görsel Delhi'de enformal yerleşim örneği (Pojani, 2019)
Hüseyin Dikmen, Y. Mimar, İller Bankası Anonim Şirketi Kayseri Bölge Müdürlüğü; Abdullah Gül Üniversitesi Mimarlık Bölümü Doktora Öğrencisi
Kaynaklar
. Madanipour, Ali. “Roles and challenges of urban design”. Journal of urban design 11:2 (2006), 173-193. (erişim 02.12.2021)
.Pojani, Dorina. “The self-built city: theorizing urban design of informal settlements”. International journal of architectural research arcnet-ijar 13:1 (2019 Nisan), 1-16. (erişim 17.01.2021)
.Sloterdijk, Peter. Yeniçağın Kötü Çocukları. İstanbul: Edebi Şeyler Yayıncılık, 2018.
.Zizek, Slavoj. Mimari Paralaks. İstanbul: Encore Yayınları, , 2011.
[1] Enformal yerleşimler, kentleşme süreciyle birlikte göç alan büyükşehirlerin zaman içerisinde değişen ve güncellenen koşullarla birlikte çöküntü alanı hâline gelmiş çekirdeklerindeki veya oluşturuldukları tarih itibariyle şehrin çeperlerinde kalan ancak, şehrin çeperlere doğru genişlemesiyle dönüştürülmesi gereken alanlar olarak görülen kayıt dışı ancak fiili gerçekliğe sahip yerleşimlerdir.
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız. GİRİŞ YAP / KAYIT OL