Değişken Denge - Sabit Dengesizlik ve Diğer Denge(sizlik)ler

TARİH:

01 Ekim 2021

Değişken Denge - Sabit Dengesizlik ve Diğer Denge(sizlik)ler

Sami Ata Turak


  Fizikte “denge”, terim olarak olumlama içermektedir. Biyokimyasal süreçlerin işlediği ekosistemlerde ise sabit denge olgusu söz konusu değildir. Doğadaki sürekli değişken denge diyebileceğimiz ya da tam tersinden sabit dengesizlik hâli aslında yeryüzünde yaşamın gelişmesinde flora ve faunanın oluşumunda ve türlerin evrimleşmesinde, daha kompleks yapıların oluşmasında etken olmuştur. Hayatta kalmak için inorganik dünyanın değişen koşullarına uyum sağlamak zorunda olan organik dünya, milyonlarca yıldır defalarca yok oluş süreçleri yaşamış ve dünya gezegeni fiziksel olarak yok olana kadar bu süreçlerin yaşanacağı da bilinmektedir. Giderek artan küresel ısınma ve beraberinde ilerleyen organik dünyamızın eriyişi belki de türlerin 6. yok oluş sürecinin içinde olduğumuzu göstermektedir (Ordovisyen Yok Oluşu 450 milyon yıl önce, Devoniyen Yok Oluşu 380 milyon yıl önce, Permiyen Yok Oluşu 250 milyon yıl önce, Triyas Yok Oluşu 200 milyon yıl önce ve Kretase Yok Oluşu 65 milyon yıl önce).

  İnsanoğlunun dünyanın fiziksel kuvvetlerine karşı koyabilme ve dengelerini değiştirebilme kudreti günümüze kadar olası değildi. Sanayileşme sonrası insan kaynaklı sera gazı salınımının artması ile oluşan küresel ısınmadaki rolü, ilk defa insanın dünyayı sarmalayan ve yaşanır kılan atmosferdeki fiziksel-kimyasal dengeye etki ediyor ve içinde bulunduğu organik dünya dengelerini tehdit ediyor. Gerçekte oluşan olumsuz durum yeni bir dengenin oluşma hâlidir. İnsan eli ile olumsuzluğa evrilen süreçler, türlerin yok oluşuna yol açarken ve döngü 65 milyon yıl sonra başa sarılmakta gibi görünüyor ve insanın bu sürecin neresinde olacağı meçhul yeni bir denge yeniden oluşmakta.

  Yangın, yaklaşık 400 milyondan beri dünya ekosisteminde hüküm süren bir olaydır. Bugün, orman yangınları Tazmanya’dan Arktik kesime kadar geniş bir alanda varlığını devam ettirmektedir. Dünyanın birçok bölgesinde yangın, ekosistemleri ve bitki türlerini etkilemektedir. Bu nedenle, yangından etkilenen ekosistemlerde, tür adaptasyonlarının ve ekosistem dinamiklerinin çok iyi anlaşılması gerekmektedir.

  Geçtiğimiz ağustos ayında ülkemizde ve dünyada kaydedilen en yüksek sıcaklıklar yaşandı. Özellikle ülkemizin güney illerinde yaşayanlar, pandemi karantina günlerinde en azından bahçeye çıkabilirken, bu sefer klimalı evlerinde kapı önüne çıkmadan zorunlu sıcaklık karantinasına girdi. Arkasından başlayan ve günlerce süren söndürülemeyen orman yangınları, devamında ise nasıl ağaçlandırma yapılacağına yönelik tartışmalar sönümlense de hâlâ devam ediyor.

  Bulunduğumuz iklim kuşağı ve buna adapte olarak evrimleşmiş bitki kuşakları var olduğu sürece orman yangınları kasıtlı veya kendiliğinden çıkacaktır. Kızılçam (Pinus brutia) Akdeniz havzasının asli ağacıdır ve kökü kazınmadıkça varlığını sürdürecektir. Özellikle yangınlara karşı geliştirdiği türünü devam ettirme mekanizmaları ile popüler tabirle Alfa karakterli birincil ağaç olmayı sürdürecektir. Kızılçama kıyasla daha az kompleks bitki türleri ve genelde çalı formasyonunu oluşturan maki toplulukları da türünü devam ettirme kapasitelerine sahiptir. Baskın tür olan ve yayılım kapasitesi ile diğer türleri ortamdan uzaklaştıran, zaman içinde göz alabildiğine orman denizlerini oluşturan kızılçam ekosistemleri türlerin çeşitliliğini baskılaması ile zaman içinde içinde bulunduğu ekosistemin zengin dinamiklerini zayıflatarak, hastalıklara ve zararlı böceklere duyarlı zayıf ormanlara dönüşmektedir.

  Bu durumda ya ekosistemin yenilenmesi ve başa sarılması için orman işletme süresi boyunca kesilmeleri veya koruma tedbirlerinin yetersiz olduğu aşamada, zararlıların yok edilmesi için denetimli olarak imha edilmeleri bazen tamamen yakılmaları gerekmektedir. Sonuç olarak orman yangınlarını bir son değil yeni bir nesil için başlangıç olarak değerlendirmeliyiz.

  Bu aşamadan sonraki süreçte bir ikilemden bahsedebiliriz. Yeni bir orman kurulmalı mı? Yoksa yeni bir orman oluşmalı mı? İnsan bu yeni denge sürecine müdahale etmeli mi veya nereye kadar müdahale etmelidir? Ya da etmemeli mi? Bu noktada bilimsel süreçlerin devreye girmesi kaçınılmaz olmalıdır. Anayasa gereği yanan ormanların takip eden yıl içinde tekrar ağaçlandırması gerekmektedir. Özellikle makineli arazi işlemlerinin yapıldığı dik eğimli, yamaçlı alanlarda yangınlardan kısmen zarar görmüş yeniden sürgün verme yeteneğini kaybetmemiş toprak altı bitki strüktürleri parçalanmakta, müstakbel türlerin çeşitliliği şansı kaybedilmekte, yapılan ağaçlandırma en başından, en gencinden monokültüre yol açmaktadır. Monokültür ise zengin ekosistem tarifi değildir. Buna karşıt yöntem ise yangını takip eden yaklaşık bir yıl boyunca, toprağın yağmurlarla nemlenmesini beklemek, yangından zarar görmeyen toprak altı vegetatif potansiyelin harekete geçmesini beklemek ve gençliğin filizlenmesini gözlemek olmalıdır. Gençliğin gelmediği alanlarda ise mümkünse o yöreden toplanmış tohumlar ile üretilmiş fidanlar kullanılarak destekleme ağaçlandırmaları söz konusu olmalıdır. Yangın sonrası Kızılçam ağaçlandırmalarına eşlik eden ve hakim duruma geçen, orman üretecek fidanları baskılayan diri örtü makiliklerdir. Makilik ve yabani zeytin (delice) alanlarının kapladığı grift dokulu alanlar orman olarak tanımlanmazlar. Bir alanın orman sayılabilmesi için ağaç topluluğu olması gerekir. Fakat içerdikleri bitki ve hayvan çeşitliliği ile makilikler saf kızılçam ormanlarından daha fazla ekolojik ve ekonomik katkıya sahiptirler. Hayvancılık ve toplayıcılık faaliyetleri sonucunda elde edilen gelir kıyaslandığında orman içi ve kenarında yaşayan üreticiye kızılçam ormanlarından elde edilene göre daha fazla gelir getirmektedir. Bir paradoks olarak ormanlara zarar verdiği düşünülen hayvan otlatmaları makilik alanların genişlemesine ve kızılçamın doğasından gelen istilacı yayılımının yavaşlamasına neden olmaktadır. Bir yandan da yüksek ağaçların bulunduğu, zemini ışık alan ormanlık kesimlerde yangının tepe yangınına dönüşmesini sağlayan ve müdahaleyi zorlaştıran diri örtünün boylanmasını engelleyerek doğrudan yangının örtü yangını şeklinde sönümlenmesine de yol açmaktadır.  



Bununla beraber maki vejetasyonu erozyonu önlemesi bakımından yararlı rol oynar. Aksi hâlde, özellikle eğimli alanlarda, ormanın kalkmasıyla öncü türler olarak sahaya yerleşen makiliklerin yok edilmesi ile meydana gelecek erozyon sonucu, önemli toprak kayıpları meydana gelecektir. Doğrudan insan eli ile veya doğal süreçlerin işleyişi ile orman yetiştirme (silvikültür) ve koruma teknikleri son derece sofistike bilimsel yöntemlerdir. Konu ile ilgili kuruluşlar sürekli yeni ekolojik, sosyolojik, ekonomik dengeler oluşturma sürecini iyi yönetmekle sorumludurlar. Sonuçta ormanlarımız yanmıştır, yangın kötü olasılık olarak hep gündemimizde olacaktır. Ama yanan alanlarımız tamamı ile ölmemiştir ve yeni bir nesli barındırmaktadır. Pandemi koşullarının sürdüğü günümüzde yoğun bahçeli konut talebinin ve turizm sanayisinin yığıldığı yörelerin genel olarak deniz ve orman kenarları olduğu süreç hızlanarak yaşanmaktadır. Bu nedenle ormanlar ve ekosistemler üzerindeki insan baskısı artmaktadır. Kentsel donatılar ve insan ihtiyaçları arasındaki sabit dengesizlik hâlinin kötüleşeceği somut örneği; fiziksel kıyı kapasitesinin çok sınırlı olduğu, sezonluk insan yoğunluğunun son yıllarda olağanüstü arttığı, yöredeki yakın zamanlı yangınların ardından tüm coğrafyayı -şimdilik- yok eden felaketle sonuçlanan, yakın zamanın ücra Çökertme-Mazı/Milas köyleridir. Yıldırımlar gibi doğa olayları dışında yangınların çıkış nedeninin büyük oranda insan kaynaklı olduğundan hareketle; insan doğa ve özelinde insan orman arasında, ilişkin planlama ve tasarım bağlamında somut önermeler bu yangınların etkisinden korunmayı tümden engelleyemez ama sayılarını ve şiddetini azaltabilir. Konut veya turistik tesis ile orman ilişkisinin yakınlaştığı orman çeperlerinde tampon alanlar, yanmaya dayanıklı veya geciktirici türlerden oluşan peyzaj zonlamaları, bir çeşit vegetal çekme sınırları oluşturmak gerekir. Yine yanıcı canlı materyalin bulunduğu orman kenarlarındaki bu bitki toplulukları alandan uzaklaştırılmalı. Esas olarak yerel ve merkezi yönetimlerin orman kenarlarına dair imar çalışmalarında çok dikkatli olmalarının ve ekosistem lehine karar almalarının önemini belirtmeye gerek yok. Buradaki tampon kuşaklarda kentsel tarım, yenebilir bostan ve meyvelikler oluşturmak, tarım-orman arasındaki ilişkileri kurmak isabetli ve motive edici olacaktır.

  Ormancılık mesleği açısından baktığımızda yanan ormanların tekrar elde edilmesindeki yöntemler ile peyzaj tasarımı bağlamında orman, daha doğrusu orman ekosistemi tasarlanır mı sorusu da akla gelebilir. Odun ahşap sanayisinin hammadde ihtiyacı için üretim amaçlı ürün hasılatına yönelik monokültür ormanlar insan eli ve aklı ile tasarlanıp oluşturulabiliyor. İşletme süreleri kısa ömürlü olan bu çeşit ormanlara ideal ekosistemler diyemeyiz. Zaman olgusu dışında zirai tarla ürünlerinin üretim tasarımından çok farklı olduğu söylenemez. Toplumun rekreasyon ve eğitim isteklerini karşılama amaçlı inşa edilen büyük açıklıklı kapalı sera ortamlarında tropikal meşcereler kurulabiliyor ve kendi içlerinde ekosistem döngüsü oluşturabiliyor. Buna karşın bu tip girişimler sürekli insan desteğine gereksinim duyuyor ve atmosfere açık sistemler değil. Kent ormanları insan eli ile yaratılan ekosistemler olarak gelişmiş ülkelerin kentsel planlamada sıkça kullandığı insan-orman ilişkisine yakınlaşan, kısıtlar çerçevesinde kentlinin orman türüne yakın ekosistemlerden her yönü ile faydalandıkları bir olgu. Ülkemizde ise tam anlamı ile yerli yerine oturmuş derinlikli ekosistem tarif eden örnekler göremiyoruz. Sınırlı ölçeklerde farklı karakter yapısına sahip bu türden deneysel çalışmalar yapmanın ve sürdürmenin bilinçli kullanıcılar oluşturmada çok faydalı olacağı açıktır. Steril kent parkları yerine gerçek ekosistemlere benzemeye çalışsa bile deneysel, katmanlı yaşamlar içeren parklar ve kent “meşcereleri” kurmaya çalışmak, doğal dinamikleri sade halka benimsetmek konusunda faydalı olacaktır. Bu sayede yangınlar sırasında gündeme gelen kızılçam kolay yanıyor, ormanlara meyve ağaçları dikelim gibi talihsiz söylemlere rastlamamış oluruz.

Sami Ata Turak; Yüksek Orman Mühendisi, Peyzaj Plancısı


• Prof. Dr. Ertuğrul Bilgili’nin “Orman Koruma Ders Notları” (Trabzon, 2014) kaynak olarak kullanılmıştır.

ETİKETLER

Ege Mimarlık
Görüş
Sami Ata Turak
Değişken Denge - Sabit Dengesizlik ve Diğer Denge(sizlik)ler

YORUMLAR

Yorum yapmak için giriş yapmalısınız.

Değişken Denge - Sabit Dengesizlik ve Diğer Denge(sizlik)ler

GÖRÜŞLERİNİZİ YAYINLAYALIM

GÖRÜŞ EKLE
SON
GÖRÜŞLER